Tarihçe & Hikayelerimiz
KIRIM TATARLARI GÖÇLERİ TARİHÇESİ
KAYNAK: Doç. Dr. Cezmi Karasu & Doç. Dr. Hakan KIRIMLI
1770’lerden itibaren Kırım’dan Osmanlı topraklarına doğru dalgalar halinde başlayan Kırım Tatar göçü 1920’lere kadar tek bir yıl bile durmadan devam etmiş, hattâ bazı kesintilerle günümüze kadar sürmüştür. Bu göçler bazı yıllarda çok büyük dalgalar halini alır ve hem Kırım’ın hem de göçlerin yapıldığı Osmanlı Anadolu ve Rumelisi’nin demografisini kökünden değiştirirken, diğer yıllarda ise nisbeten münferit ama yine hiç de azımsanmayacak boyutlarda gerçekleşmiştir. Bir tahmine göre, 1783-1922 yılları arasında Osmanlı ülkelerine göç eden Kırım Tatarlarının sayısı en az 1.800.000 idi. Çeşitli sebeplerden gerek Rus gerekse Osmanlı kayıtlarının her göç dalgasının boyutlarını yeterli doğruluk dereceleriyle yansıtamadıkları hatırlanacak olursa, daha yüksek bir rakam dahi söz konusu olabilir. Her halükârda, XIX. yüzyıl içinde ülkelerini terk eden Kırım Tatarlarının sayısının kalanlardan çok daha fazla olduğu kesindir.
Kırım Tatarlarının doğrudan Kırım’dan Türkiye’ye göçlerinden başka, pek farkedilmeyen ikinci bir göçleri daha vardır. XIX. yüzyılın ortalarına kadarki ve özellikle de 1860’lardaki göçlerle gelen Kırım Tatar muhacirleri Osmanlı topraklarının muhtelif bölgelerine, bu meyanda Osmanlı Rumelisi’ne de iskân edilmişlerdi. Rumeli’ne yerleştirilen Kırım Tatarlarından pek çoğu “93 Harbi”ni yani 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nı yaşayarak, daha vatanlarından geleli 20 sene bile olmaksızın artık Bulgaristan yahut Romanya haline gelmiş olan iskân yerlerinde kendilerini tekrar Hristiyan idaresi altında buldular. Böylelikle, bu insanların çoğu ikinci bir hicrete, yani Rumeli’nden Anadolu’ya göçe başladı.
Tatarların bölgeye gelmeleri tarihi Kırım’ın Rusların eline geçmesi ve bölgede yaşanan savaşlarla örtüşür. Kırım Hanlığı’nın 1774 Küçük Kaynarca Anlaşması ile önce Osmanlı Devleti’nden bağımsız hale getirilmesi ve daha sonra bir oldu bitti ile Rusya’ya ilhakı süreci 1780’lerden itibaren Kırım’dan ilk kitlesel göçü başlatan olaylar silsilesinin ilk halkası olmuştur. Bu ilk göçler 1790’lı yılların başına kadar sürer. Yaş Anlaşması ile sonlanan Osmanlı-Rus Savaşı da göçleri devam ettiren bir unsur olur.
Bu göçlerin büyük bir kısmı Dobruca’ya yapılmıştır. Dobruca 1878 yılında Romanya’ya katılıncaya kadar Kırım Tatarları tarafından “Ak Topraklar” olarak tanımlanan vatan topraklarının en esaslı parçasıdır. Bu ilk kitle göçü dalgası ile birlikte Dobruca’da Kırım Tatar kolonisi meydana gelmeye başlar.
Daha sonra 1806’da başlayıp 1812’de Bükreş Anlaşması ile biten Osmanlı-Rus Savaşı da yeni bir göç kafilesi getirir Dobruca’ya.. Önceleri Dobruca’nın Rus işgaline uğraması soydaşlarımızı tedirgin ederse de Napoleon Bonaparte’ın Rusya’ya saldırması göçü kolaylaştırır. Ağır kış şartları Tatarların Dobruca’ya göçlerini engelleyemez.
Sonraki göçler yine bir Osmanlı-Rus Savaşı ile gerçekleşir. Rusların Tuna’yı aşıp Edirne’ye kadar geldikleri 1828 savaşı yeni bir göç kafilesini daha yola çıkarır Kırım’dan Dobruca’ya doğru..
En büyük kitle göçü ise 1856’dan itibaren gerçekleşir. Bu yılda Osmanlı Devleti Rusya’ya karşı bir ittifak savaşı (Fransa-İngiltere ve sonradan Sardunya’nın katılımı ile) yapar ve kazanır. Büyük bölümü Kırım’daki Akyar (Sivastopol) limanı çevresinde yapıldığı için “Kırım Savaşı” olarak anılan ve uzun süreden sonra Rusların hezimeti ile sonuçlanan savaş Kırım’dan Dobruca’ya ve Anadolu’ya olan göçleri sel haline getirir. Kaliakra ve Köstence vilayetleri neredeyse birer Tatar vilayeti haline döner. Mecidiye gibi büyük kasabalar ve yeni yeni köyler bu göçte gelenleri iskân etmek için kurulur. Hâlen Romanya’nın Dobruca bölgesinin önemli şehirlerinden olan Mecidiye Kırım Harbi sonrasında gelen Kırım Tatarları için Sultan Abdülmecid’in emriyle (ve onun adını taşıyarak) inşa edilmiştir.
YENİ BİR KASABANIN KURULMASI
Kırım’dan göç edenlerin geçici iskanlarının sağlanmasından sonra bir merkez oluşturulması düşünülerek Balçık İskelesinden içeride tarıma elverişli bir arazide Karasu adlı bir kasabanın kurulması kararlaştırılmıştır. Ağustos 1856 sonlarında keşif ve harita işlemleri tamamlanan kasabanın inşasına süratle başlanmış, bir yandan da civardan kereste sağlanmıştır. Evlerin mümkün olduğunca bir örnek yapılması düşünülmüştür. Kasabanın büyük caddesinin genişliği yirmibeş, diğer caddelerin onar ve sokakları sekizer sıra olarak belirlenmiştir. Ayrıca Kırım muhacirlerinden arzu edenler ve gücü yetenlerin burada belirlenen plana uygun olarak ev ve dükkan yapmalarına izin verilmiştir. Önceleri Kırım’daki Karasu kasabasına izafeten Karasu olarak isimlendirilmesi düşünülen bu kasaba daha sonra Mecidiye olarak adlandırılmıştır.
Silistre Valisi’nin 21 Ekim 1856 (21 Safer 1273 Hicri) tarihli yazısında Mecidiye Kasabası’nın yapımının hızla ilerlemekte olduğu ve gün geçtikçe daha mamur hale geldiği, yakında yerleşime hazır olacağı bildirilmekte ve ahalinin talebi doğrultusunda cami ve mektep gibi yapıların inşasının zamanı geldiği bildirilmektedir. Vali bu yapıların inşası için gerekli olan yaklaşık ikiyüz elli bin kuruş sarfı ile cami ile mektebin duvarları kargir ve çatıları kiremitli olarak inşası mümkün olabilecektir. Hatırlanacağı üzere daha önce Tatar ahalinin iskanı için ikibin kese tutarındaki para gönderilmişti. Ancak bu para civardaki ahalinin yardımı nedeniyle tamamen harcanmamıştı. İşte bu paranın artan kısmı ile cami ve mektebin inşası gerçekleştirilmiştir. Mecidiye Kasabası nüfusunun yeni gelen göçlerle artması üzerine 1864 yılında yeni hükümet konağı, mahkeme ve hapishane yapıldı.
Osmanlı’nın ilk göç nizamnamesi bu göçleri yerleştirmek için kaleme alınır. Bölgenin nüfusu artık, %70’e yakın oranda Müslümanlardan meydana gelmektedir. Bugün Bulgaristan sınırları içinde kalmış olan Balçık iskelesi muhacirleri taşıyan gemilerle dolup taşmaktadır. Mangalya ve Pazarcık kasabaları da birer Tatar kasabası hüviyetine bürünürler.
Dobruca bu yeni göçlerle yepyeni bir çehreye bürünmeye başlamıştır. Ziraat ve ticarette hatırı sayılır oranda genişleme görülür.
Yaklaşık on yıl devam eden bu Osmanlı yönetimindeki “Ak Toprak Dobruca” hayatı en dehşetli Osmanlı-Rus Savaşı ile sona erer. Tarihimize “93 Harbi” olarak geçen 1877-1878 savaşı ile Osmanlı Tuna’dan ve Dobruca’dan çekilir. Rusya ile Romanya arasında kısa süren bir gerginlikten sonra Dobruca Romanya’ya katılır. Soydaşlarımız için yine ve yeniden başka bir memleketin tebaalığı dönemi başlar.
Bu yeni devir pek çok sıkıntıyı beraberinde getirir. 1881 yılında Romanya Devleti tarafından çıkarılan “Dobruca Entegrasyon Kanunu” Dobruca Tatarları için yeni sıkıntıların yaşanacağı bir dönemi başlatır. En büyük sıkıntıları, kendilerine verilmiş olan toprakların tapularının olmaması ve de gerekli beyannameleri zamanında ve doğru olarak verememekte yaşarlar. Bu gibi teknik problemler yüzünden soydaşlarımızın pek çoğu topraklarını kaybederler. Toprakların yeni sahipleri olarak bölgeye Romanya’nın diğer bölgelerinden getirilen Romenler yerleştirilir.
Mülklerin kaybeden Kırım Tatarları tekrar göç yollarına düşerler. Hedefleri artık son kale Anadolu’dur. Dobruca’daki Müslüman oranı hızla azalır. Ancak buraya getirilen Romenler nedeniyle Dobruca’nın nüfusu da hızla artar.
1878-1912 yılları arasında Romanya’nın ortalama nüfus artışı %19 olarak gerçekleşir. Müslümanların yoğun göçleri nedeniyle Dobruca’nın nüfusunun bu ortalamanın çok çok altında kalması beklenirken tam tersi olur. Bu dönemde Dobruca şehirlerinin nüfusu yukarıda söylediğimiz gibi deyim yerindeyse patlar. Mesela Köstence’nin nüfusu % 81, Mangalya’nın nüfusu % 30, Boğazköy’ün nüfusu % 159, Mecidiye’nin nüfusu % 91 gibi ortalamanın çok üzerindeki miktarlarda artmıştır.
1878 sonrası Rumeli göçleri dediğimiz muazzam göçlerin içinde Kırım Tatarları da vardı. Bu tarihten sonraki bir yüzyılı aşkın süre içinde Bulgaristan’dan, Romanya’dan, Yunanistan’dan ve Makedonya’dan gelen muhacirler içinde Kırım Tatarları hep olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bu bakımdan, Türkiye’de bazı yerleşim yerlerinde Romanya yahut Bulgaristan muhaciri denenler arasında aslen Kırım Tatar muhaciri olan pek çok kimse vardır. Hattâ bu sebepten, yani bir kısım Kırım Tatarlarının meselâ Romanya üzerinden Anadolu’ya gelmiş olmalarından dolayı onları “Romanya Tatarları” şeklinde ayrı bir kategori sananlar da çıkmaktadır.
XIX. ve XX. yüzyılda Osmanlı ülkesine yönelik olarak Kırım, Kuzey Kafkasya, Rumeli ve diğer yerlerden yapılan göçlerin hepsinin felâketlerle dolu olduğunu özellikle kaydetmek gerekir. Bu durum, göçe maruz kalan talihsiz halkların hepsi için geçerliydi. Perişan şartlardaki yolculuklarda gemilerin yahut ilkel taşıma araçlarının batmasıyla ve başka belâlarla yollarda helâk olanlar, iskânı bekledikleri yerlerde tarifsiz mahrumiyetler çekip aç ve açıkta kalanlar ve nihayet yerleştirildikleri mahallerde son derece namüsait tabiat şartları ve hastalıklar ile mücadele edenler ve böylece on binlercesi eriyip gidenler o dönem göçlerinin karakteristik parçalarıydı. Bazı muhacir köylerinde göçmenlerin kırılmasından ölüleri gömecek insan bile kalmadığı bugün dahi anlatıla gelmektedir.
Bugün Türkiye’nin hemen her yerinde Kırım muhacirlerinin soyundan gelen insanlara ve onlar tarafından kurulmuş yerleşim yerlerine rastlamak mümkündür. Aynı şekilde, eski Osmanlı toprakları olan Bulgaristan, Romanya ve hattâ Yunanistan’ın Batı Trakyası’nda da Kırım Tatar muhacir halkının torunları olan on binlerce insan yaşamaktadır. Bugün büyük birer merkeze dönüşmüş bir çok yerleşim yeri Kırım Tatar muhacirleri tarafından kurulmuştur. Hâlen Romanya’nın Dobruca bölgesinin önemli şehirlerinden olan Mecidiye Kırım Harbi sonrasında gelen Kırım Tatar muhacirleri için Sultan Abdülmecid’in emriyle (ve onun adını taşıyarak) inşa edilmiştir. Çukurova’daki Ceyhan da ilk olarak 1859-1860 yıllarında gelen Nogay muhacirleri tarafından Yarsuvat adıyla bir köy olarak kurulmuş, onlardan hemen sonra gelen Kırım göçmenleriyle de gelişerek zamanla şimdiki halini almıştır. Yine Balıkesir’in Manyas ve Karaman’ın Ayrancı ilçeleri de önce Kırım Tatar muhacirleri tarafından köy olarak kurulup, bilâhare ilçe merkezine dönüşen yerleşim yerlerindendir.
1944’de Kırım Tatarları topyekûn Kırım’dan Orta Asya ve Urallar’a sürüldüler. Artık tek bir Kırım Tatarı’nın kalmadığı Kırım’dan Türkiye’ye göç olabilmesi de elbette ki mümkün değildi. Bununla birlikte, Türkiye’ye Kırım Tatar göçleri 1944 sonrasında dahi dolaylı da olsa devam etmiştir. Bu, XX. yüzyılın ikinci yarısı boyunca Romanya ve Bulgaristan’daki Kırım Tatarlarının bazen toplu, bazen de münferit olarak Türkiye’ye göçmen olarak gelmeleri şeklinde gerçekleşmiştir.
Son iki asır (yaklaşık yüz yıl önce) içinde Türkiye’ye yönelik en büyük nüfus hareketleri arasında yer alan Kırım Tatar göçleriyle gelen muhacirlerin, bu süreç içinde yaşadıkları bütün sıkıntılara rağmen Türkiye’ye uyumları nisbeten hızlı olmuştur. Türkiye’deki yerli halkla Kırım muhacirleri arasında şimdiye kadar ciddî denebilecek hiç bir sürtüşme de bilinmemektedir. Bunda Kırım Tatarlarının dünyadaki bütün Türk halkları içinde dil, kültür ve tarih bakımından Türkiye Türklerine en yakın toplumlar arasında olması birinci derecede rol oynamıştır. Türkiye’ye yerleşen Kırım Tatarları bu ülkenin ve devletin her kademesinde yer ve görev almış, Türkiye’yi her sahada temsil ede gelmişlerdir. Günümüzde son İstiklâl Harbi gazilerinden, 1896’da Kırım’da Akmescit’e bağlı Mamak köyünde doğmuş Yakup Satar olması da tarihin ilginç bir tecellisidir. (Yakup Satar Tokathan köyü sakinlerinden merhum Rifat Tali’nin kayınpederidir.)
TOKATHAN DESTANI “Anlatılan Senin Hikayendir”
Atlarıyla, umutlarıyla, hayalleriyle, ızdıraplarıyla
Orta Asya’nın bozkırından kopup geldiler
Ve Kırım’a kök saldılar yüzlerce yıl.
Bu barışçıl insanların amacı, sadece yaşamaktı.
Niyetleri düşmanla değil, toprakla savaşmaktı.
Arpa, buğday ektiler
Hayvancılık, bağcılık yaptılar
Seri olarak işlediler toprağı atla
Uğraştılar el işleriyle, ticaretle, zenaatla
Ne yaptılarsa özenerek yaptılar, güzel yaptılar
Büyük bir aşkla, şevkle, sanatla.
Toprak verimliydi, bölge önemliydi
Bir taraftan Karadeniz kucaklıyordu Kırım Hanlığını
Kuzey komşusu ise Rus Çarlığıydı
Türk’lüğünün, Müslüman’lığının güvencesiyse
Osmanlı’nın varlığıydı.
Kısa bir dönem bağımsız kalsada
Komşuların gözü ondaydı
İkisinin de yayılmaktı, büyümekti derdi
Kim güçlendiyse, gücünü Kırım’ın üstünde gösterdi
Arada kalan Kırım defalarca kırıldı
Bu zulümden usananlar sağa sola savruldu.
Oradan kopan bir kol yürüdü, batıya doğru
Binbir meşakkat ile nice yolları aştı
Karadeniz kıyısından Romanya’nın Köstence’sine ulaştı.
Yeni düzen kuruldu, saban yürüdü.
Atlarla tez zamanda tarla sürüldü
Bu mümbit topraklar emeğe karşılık veriyordu
Vermesine ama, Osmanlı eriyordu.
Yunan isyanı patlak verdi önce
Ardından balkanlar karıştı
İsyanlar adeta birbiriyle yarıştı
Kırılınca Osmanlı’nın otoritesi
Çetelere gün doğdu
Zalimin zulmü huzuru, adaleti boğdu.
Hedefteydi Kırım’dan gelenler
Yağmalar, dağa adam kaldırmalar
Mala mülke saldırmalar
Ve haneye tecavüz, dayanılmaz bir hal alınca
Çok canlar yanınca
Yine toplandı denkler,
Yüklendi at arabalarına
Kahırlarla, umutlarla beraber.
Kimi atlı, kimi yaya
Arkalarında anılarını, atalarını bırakarak,
Yorgun bir nehir gibi akarak
Yürüdüler Anadolu’ya.
Yolculuk sancılıydı, acılıydı, beterdi
Yürüdüler her şeye rağmen
Uzaklaşmak istedikleri çileydi, elemdi, kederdi.
Anadolu’nun bozkırında durdular,
Devlete başvurdular.
Atalarımıza gösterilen yere, yöredekiler “Buzağı Tokat” derdi.
Komşu köyün danaları burada yatar, burada yer,
Angıt gölünden su içerdi.
Yerli halk genellikle hayvancılıkla uğraşır
Yayla, dağ, bayır dolaşır
Bu bataklık kenarına fazla rağbet etmezdi.
Esintili ferah yerler onların yeriydi
Fakat onlar, tarımda geriydi
Öküzle kara sabanla aktardığı toprağa
Eliyle tohumu serper,
Kaldırdığı ürün ancak kendine yeterdi.
Gelenler atlarıyla, arabalarıyla, demir pulluklarıyla
Ve sandıklı tohum ekme makinalarıyla gelmişlerdi.
Bir kısmını önce Aksaklı köyüne yerleştirdiler
Yoğun emek gücüyle çalışmasını bilen
Beraber ağlayıp, beraber gülen
Bu insanlar emeklerini birleştirdiler
Angıt gölü kenarında kerpiç kestiler
Evler kış bastırmadan yapılacak, ocaklar tütecekti
Çekilen acılar geride kalacak, zulümler bitecekti
Bu istekle gayret eden çalışanlar canlandı
Kurulan bu hayal ile hepsi heyecanlandı
Günlük işleri bitirip erkenden uyudular
Sabahleyin yolda iken acı haberi duydular
Gündüz kestikleri kerpiçler gece parçalanmıştı
Bunu gören herkesin ciğerleri yanmıştı.
Devlete haber yollandı, Jandarma görev aldı
Komşu köyler uyarıldı, çamurlar baştan karıldı
Kesilen kerpiçlerin başında nöbet tutulup yatıldı
Kurur kurumaz kerpiçler, evlerin temeli atıldı
Kısa zaman içinde çatıları çatıldı
Angıt gölü kamışıyla, çatılar kapatıldı.
O zaman göre bu evler çok kullanışlıydı.
(Üç odalı bu evlerin girişi ortadandır
Bir tarafta ocak tandır
Arkasında fırın vardır.
Fırının adı “Peş”tir, yanında yatması hoştur.)
Ve köy kuruldu kısa zamanda
“Tokat Mecidiye” dediler adına
Beyaz badanalı, toprak damlı bu evler
Çekilen bütün çilelerin inadına
Anadolu’da yeni bir kültürü,
Yeni bir medeniyeti müjdeliyordu.
Bu barışçıl, bu çalışkan bu uyumlu insanlar
Kısa zamanda yerli halkla kaynaştı
Cumhuriyetle birlikte hepsi vatandaş oldu
Bir oldu, bütün oldu, çağdaşlığa ulaştı.
Ne savaş, ne zulüm, ne de mezalim
Sağ salim büyüyecekti artık yeni nesiller
Kış geçipte yaza çıkınca
Ekmekte olacaktı, sütte
Çocuklar acıkınca.
30 yılda iki dünya savaşı yaşadılar
Ayakkabı niyetine çaputların ayaklara sarıldığı
45 kiloyu geçen çocukların askere alındığı zamanlardı.
İşgal günlerini de gördü bu nesiller
En zor şartlar altında yurdunu savunmasını bildi
Savaşlardan sağ çıkanlar açlıkla terbiye edildi
Açlıkla da, haşereyle de çok uğraştılar
Bulabilirlerse arpa ekmeğini
Bitlerle, pirelerle paylaştılar.
Çile çeken insanlar çabuk olgunlaşır
Arkalarında bırakıp en dehşetli maceraları
Çalıştılar, çabaladılar çabuk sardılar yaraları.
Artık emeklerinin karşılığını alacaklardı
Ürünlerini harmandan neşeyle kaldıracaklardı
Lakin Sivrisinekler çok fena geliyordu
Angıt gölü bataklığından bulut gibi yükseliyordu.
Güneşin kavurduğu, harmanın dövüldüğü zamanda
Saldırıyordu bulutlardan inen sivrisinekler tabur, tabur
Yaa sabır ile yürümüyordu işler
Sıtma olan üşüyor, titriyor, takattan düşüyor
Yorgan döşek yatıyordu.
“Olur mu böyle olur mu?
Yedi düveli alt eden
Sivrisineğe yenilir mi?
Tam harman zamanında
Ben hastayım denilir mi?”
Cumhuriyetle birlikte, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdi, fendi”
Çare varken kader denilmez, elbet bulunur bir çare dendi.
Öldürmekle bitmiyorsa sivrisinekler
Bataklık kurutulacaktı
Epey zahmetli olacak ama torunlar kurtulacaktı.
Yeniden imece denildi
Birleşti eller, birleşti emekler
Can yakan bir çıbanın patlatılması gibi
Toprağa vuruldu neşter
Kazma kürek yoruldu, insanımız yorulmadı
Metre, metre akıtıldı Sarısu
Harmandalı kenarından Lütfiye’ye doğru.
Bataklığın içi kamıştı, puftu
Tuz kesmişti toprağı verimsizdi
Kenarındaki botaları, biraz ilerisindeki yüzerlik otlarını
Hayvanlar bile yemezdi, gerisi bozkırdı, boştu
Kanal açıldı, hepsi sevindi
Hayretle sevinçle izlediler akan suyu
Biraz da şaşırdılar doğrusu
Bir irin gibi aktı Sarısu
Akınca iltihap, toprak sağlığına kavuştu
Kurudu bataklık ve çorak topraklar coştu
Tükendi sivrisinekler
Arazinin bir kısmı tarla oldu
Ekilen şeker pancarı ile köylü hayat buldu.
Kinin yutmaktan benzi atmış, gözlerinin feri kaçmış
Bu mütevazi, bu çalışkan, bu onurlu insanlar
Gürbüz çocuklarını yetiştirdiler bu topraklarda
Bu çocuklar ki, nankör gelmediler hiç bir zaman
İyi çalıştılar, iyi okudular
Omuz verdiler bölgenin kalkınmasına
Kimisi aştı ülke sınırlarını, bilimle gönendiler
Yüz küsür sene önce kovulduğumuz yerlere
Bilim insanı, yönetici, mühendis olarak döndüler.
Yeni neslin başarısı bizim için nam oldu
Atalarımızla da, çocuklarımızla da gurur duyduk
Hepsi de bizim için şeref oldu, şan oldu.
İsimler karışınca değişti köyün adı
Düşünüp, taşınıldı adı “Tokathan” oldu.
Köyümüzün yerlileri yayılınca Dünyaya
Bu güzelim topraklar boş kalacak değil ya
Farklı insanlar, farklı kültürler buluştu Tokathan’da
İnsan ayırmaz, emek veren herkesi besler bu topraklar
Esirgemeden emeklerini çalıştılar, didindiler
Yeri geldi yardımlaştılar
Aynı ananın çocukları gibi beraber yaşamayı öğrendiler
Daha esnek, daha anlayışlı ve uyumlu olarak
Kültürlerini arttırıp, yeni dostlar edindiler.
Tokathan az engebeli düz bir araziye kurulmuştur
Ankara asfaltı ile Harmandalı’dan ayrılır
Uzaktan Kırgız dağı benek, benek görülür
Sarısu, Angıt gölü ötesi Yahnikapan’dır
Batısında Güllüce mahallemiz gibi bize yakındır.
Arazi makine tarımına elverişli ama kıraçtır
Verimi iyi ama, bu topraklar suya muhtaçtır
Kunduzlar barajından sulanan son köydür
Barajda su varsa vereceğiz denilir
Derin kuyularla su desteklenir
İyiyise köylünün sulama birliği ile arası
Var ise, cebinde elektrik, su, mazot parası
Tarlalar olabildiğince sulanır
Yok ise, Allah’tan yağmur dilenir
Arpa, buğday, pancar, soğan, ayçiçeği
Ve bilumum ürünler
Baharla ve umutlarla beraber
Adeta fışkırır topraktan aniden filizlenir
Yamalı bir bohça gibi kıraç topraklar
Yeşilin binbir tonuna bezenir
Kısa sürse de bu güzel bahar
Canlanır nefes alır bütün topraklar
Hava da temizlenir gözler yeşile doyar.
Tokathan’da dört mevsim tam hissedilir
Baharlarına doyum olmaz ancak
Soğuğu kuru soğuktur, sıcağı kuru sıcak.
Kışın geceleri esen rüzgâr dondurur, serttir
İnsanları da mevsimi gibi, toprağı gibi
Şaşırtmaz kimseyi kolay anlaşılır
Açık sözlüdür, dürüsttür, doğrudur, merttir.
Ne mutlu ki ben de Tokathan’lıyım
Ben de bu toprağın bir insanıyım
Geçmişten, geleceğe akarken zaman
Yaşadığım yılların bir tanığıyım.
Hem okudum, hem dinledim, biraz da sezdim
Biraz eksik, biraz fazla birşeyler yazdım
Atalarımızı anlatmak için girdim bu yola
Eğer sürç-i lisan ettim ise affola.
20 Temmuz 2014 Şener TALİ
ETMEN RAKI
ETMEN RAKI Ayttılar; Etmen rakı Bızım Tatarın hakkı. Kopşora bır akayda Suvsuz iştı rakını. Tokta degenler kayda, Kuyaberdı yakını. Akayın baş’aylandı Ayakları baylandı. Curamay edı erıp Cıgalaberdı cerge. Tursattılar koterıp Oturttular taşkege. Üyune akettıler Sökuşnu hakettıler. Cengıy kızıp bakırdı; -Ne ettınız sız buga Üyden ulun şakırdı Başın tuttular suvga. Anası; -Balam dedı -Bu menım belam dedı. Ana sölenıp turdu Akay kustu töşekke. Sesnı tuygan uydurdu Başladılar öşekke. Konu, komşu ne aytar Kargış özüne kaytar. Endı bala ne tursun Anası üyde cılar. Ketıp barsa ne kôrsun Kûluşe rakıcılar. -Ketırdın mı? Taşkenı Tart bır kade işkını. -Üyerde kaldı taşke Bala boynunu bûktu. -İşmegeydı ah keşke Dedı rakını töktu. Şener TALİ
MAGA BOLDU KUY ACAKAMA… HİKAYESİ
Zamanın bırınde akaynı bırısı şıgıp ‘etmen rakı, Tatar’ın akkı’ degen. Tora aytkan. Etnı aşar, rakını işer, kiypıne karar Tatar. Zamanında ışte bunday kop kop et aşap rakı işılgen bir Tatar koyunde üş kart bir araga kelgende içlerinden bırısı ‘Akaylar, yaşlarımız bayagı boldu. Endi acige ketme vakti kelmedı mı, dep ortaga bir laf atkan. Ana bırılerı ‘Emen ketiyik’ demegenler. ‘Kısmet bolsa, bolur be!..’ dep kaşamak bir şiyler aytkanlar. Lafnı ortaga aktan soyu ‘Akaylar ! Alımız vaktımız aruv, savlugumız da yerınde. Allah’ın da emırı.Ta neşın savsaklamaga ograşasınız şo ?’ dep sorganda pek ketmek ıstemegen soylarından bırısı sonunda avzundan baklanı şıgargan: – Tora aytasın ekem. Ketmesı de kolay, kelmesı de. Alımız da aruv, vaktımız da. İlle ve lâkin, kaytkan son, anav meretke tövbe etmek kerek te, degen. ‘Meretke tövbe’ lafın tuygaman, ışler teran kıyışkan. Kel zaman, ket zaman, kunler kelıp geşken. Bunlar er zaman rakı ışıp aygan son ‘Emen taşlasak da bolur be, endi tövbe etsek de bolur be !..’ diy diy sonunda acıga ketmege belsengenler. Uzun etmıyık, muratlarına ergen, acıga ketıp kelgenler. Tabiy, aramga da tövbe ta. Tövbesine tövbe de, bunlar koyde yaşagan kışıler. Emde köyün balaban akaylarından, acı efendilerinden. Kayda toy bar, başta bunlar şakırtuvlu. Eee Tatar da armannı koterdımı tura mı ? Er yakta toy. Emde Tatar toyu. Rakısız toy yok. Erkes aşay, işe. Bızımkıler sade aşay, işkenlerge karay. Halk kebapnı şaynay. Bostanın cuta, artından rakısın soza, kiyplene de kiyplene. Olarga karap bızımkılaerde de tamşana ta. Konakbaynın bırısı bonlarnın tamşanganın korup katlarına bargan. ‘Akaylar sızge de bırer kade cıberıym mı?’ degen. Acılardan bırevı kızgan kışı bolup ‘Şaşmalay berme ! Bızım acı bolganımıznı bılmıysın mı?’ dese de, bızım konakbay ‘Kopten berı ışmıysınız, sagıngasınızdır, bir kadeden ne bolacak şo ? degende acılar bırbırlerıne karagan. Konakbay da cuvurup bonlarga rakını da, mezenıde cıbergen. Aldlarına rakı kelgende dayanamaganlar ta. Bızım efendi akaylarga keyif, toyga da neşe kelgen. Kulup, oynap anlata ekende yatsı vaktı kelgen. Mınareden ezan sesi tuyulgan. Ezan sesımen barabar ışlerınden bırısı ‘Bari namaznı taşlamayık, barıp yatsını kılıp kelıyık’ degen. Anav bırılerıde tastiklegenler. Üşevi de camıge ketıp namazga turgan. Namazga turmasına turganlarda, ışlerınden bırısı secdege barganda bırtta turamagan. Katındakı arkadaşı ekıncı secdege barganda turtken, ‘tur, tur, ayıp bolayatır’ dep. Catkan soyu eş istifin bozmadan ‘maga boldu, kuy acakama’